Bu seriye başlarken beklentilerim vardı. Seri beklentilerimi karşıladı diyemem ama çok farklı bir şekilde beni mutlu etti. Öncelikle içinde vampirlerin bulunması yüzünden ön yargılı yaklaştığım bir seriydi çünkü vampir temalı olup beni mutlu edebilen bir yapımla henüz karşılaşmadım. Burada da odak noktamızın vampirlerden ziyade melekler oluşu belki de ön yargılarımı yenmemde en büyük etkendi. Meleklerle vampirlerin harmanlandığını ilk kez gördüğümü de eklemeliyim. Kurgunun yaratıldığı evrenden bahsetmek istiyorum öncelikle. Melekler, vampirler ve avcılar olmak üzere üç temel sınıf var diyebiliriz. Sıradan insanları bu sınıflamanın içine katmıyorum çünkü esas karakterlerimizin hiçbiri sıradan insan değil. Melekler, vampirleri yaratıyor ve karşılığında belli bir süre vampirlerin yaratıcısı olan meleğe hizmet etmesi gerekiyor. Ölümsüzlük vaadiyle bu anlaşmayı gönüllü olarak kabul eden insanlardan seçildiği için bu vampir olacaklar, isteği dışında yaratılmış vampirler genellikle yaşlı, eski zamanlardan kalma vampirler oluyor. Doğal olarak vampirlerin de anlaşmalarına sadık kalması bekleniyor ama bunu yapmayıp zamanından önce özgürlük uğruna yaratıcısının elinden kaçan vampirleri yakalayıp geri getirmek için de avcılar görevlendiriliyor.
Ana karakterimiz Elena da Lonca için çalışan bu avcılardan, üstelik isim yapmış "doğuştan bir avcı". Doğuştan avcılar vampirler kadar olmasa da normal insanlardan fiziksel olarak üstünler ve özel bir koku alma yetenekleri var, bu sayede vampirlerin izini sürebiliyorlar. Her vampirin kendine has bir kokusu var. Bu arada vampirler klasik vampir tiplemesinden farklılar, çünkü kan içip insanüstü yeteneklere sahip olsalar da güneş ışığından zarar görmüyorlar ya da kalplerine kazık saplanınca ölmüyorlar. Aslında meleklerin de vampirlerin de oldukça şaşkınlık verici bir yenilenme yetenekleri var. Tabii ki iki ırk da ölümsüz olarak geçse de her birini öldürmenin bir yolu var. Meleklerin içinde en güçlü on melek, başmelekler olarak anılıyorlar ve Dünya' yı kendi aralarında bölgelere ayırarak yönetiyorlar. Bazı başmelekler öyle yaşlı, güçlü ve kudretli ki kendi bölgelerinde tanrı ya da tanrıça olarak görülüyorlar. Bizim içinde bulunduğumuz bölgenin - New York' un - başmeleği Raphael ise gücünden şüpheye düşülmeyecek kadar tehlikeli ama tanrı olarak görülmüyor. Olaylar Raphael' in Elena' yı özel bir av için işe almasıyla başlıyor ki bu işe alım aşamasında Elena' nın işi geri çevirme gibi bir seçeneği olmadığının altını çizmeden edemeyeceğim.
Şimdi ilk tanıştıkları andan itibaren havadaki cinsel gerilimin elle tutulur biçimde büyük olması bir yana, kitabın kesinlikle yetişkin kategorisinde olduğunu söylemem gerek. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine başladığım bir seri Lonca Avcısı Serisi. Arkadaşım kitabın biraz cinsellik içerdiğini söylemişti ki bunu arka kapağa baktığınızda da anlıyorsunuz ama bir sevişmenin detaylı betimlenmesinden rahatsızlık duyacaksınız bu seri sizlik bir seri değil. Çünkü gelip geçen bir andan değil, kitabın sürekli içinde bulunan, diğer kitaplarında da devam eden bir cinsellikten bahsediyoruz. Ben kitaba başlarken cinsellik bekliyordum ama bu düzeyde beklemiyordum ve eğer erotik betimlemeden rahatsız olan birisi olsaydım kitaba devam edemeyebilir ya da bazı sayfaları ciddi anlamda hiç okumadan atlayarak devam ederdim. Bu cinselliğin bu kadar hızlı gelişmesinin bir sebebi de ana karakterimizin 28 yaşında olması. Elena genç ve toy bir kız değil, olgun bir kadın ve bu konularda da bir kadın gibi davranıyor. Güçlü bir karakter olarak duruşunda da büyük bir rol oynuyor onun bu yanı.
Karakterlere geçecek olursam... Ana karakterimiz, daha önce de söylediğim gibi doğuştan avcı Elena ve kendisi gerçekten en sevdiğim kadın karakterler arasında kendine yer edindi bile. Çünkü çok güçlü, kararlı, kendinden emin bir karakter. Mantıklı düşünüldüğü zaman bir insanın bir başmelek karşısında o şekilde diklenmesi ve baş aldırması için ya yürek yemiş olması ya katıksız aptal olması gerekir. Elena' nın aptal olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. O yüzden onun bu öz güveni, gücü ve kararlılığıyla beni kendine hasta etti diyebilirim.
Raphael' e gelecek olursam... Raphael' e karşı çok ama çok karmaşık duygular besliyorum. Başmelek girdiği ortamda gücünü direkt hissettiriyor ve sayfalardan bile kudretini sezmemek imkansız. Buna rağmen bazen sinir oluyorum ona çünkü sırf güce sahip olduğu için o gücü kullanmayı kendine hak olarak gördüğü yerler ve durumlar, aslında her zaman o gücü kullanmaya hakkının olduğu yerler olmayabiliyor. Yine de o bir başmelek ve kimse bu konuda ona bir şey söyleyemiyor, ya da baş kaldıramıyor. Ona başkaldıran ilk insan Elena olabilir ve belki hareketlerinin bir kısmını bu olayın yarattığı şoka yorabiliriz. Mantıklı düşündüğüm zaman yüzyıllar boyu gücüne boyun eğilmesine alışmış bir başmelek ilk defa bir başkaldırı ile karşılaşıyor ve bu, daha önce hissetmediği şeyleri ona hissettiren bir insandan geliyor. Şoka uğradığına şüphe yok kesinlikle. İnsanların gösterdiği şekilde sevgi göstermeye (belki de herhangi bir şekilde) alışık olmadığını düşündüğüm için de görmezden geldiğim hareketleri çok oluyor ama bu şekilde tolere etmesem gerçekten katlanamayacağım hareketler de sergiliyor. Tüm bunlara rağmen seksiliğini inkar edecek kadar kör değilim. O konuda sadece nefes kesici diyebilirim ve sanırım bu bile az kalır.
Bazı yan karakterler de çok akılda kalıcı kişiliklere sahipler ve özellikle İllium gibi bazıları kendini çok kolay sevdiriyor. Sara, Elena' nın en yakın arkadaşı ve Lonca' nın yöneticisi, çok fazla karşımıza çıkmayan ama akılda kalan bir karakter olmakla birlikte yer aldığı o küçük sahnelerde de çoğunlukla güçlü bir duruş sergiliyor. En azından ilk kitapta tanıştığımız diğer karakterler çoğunlukla Raphael' in emrindeki vampirler ve düşük rütbeli melekler ile baş kötü Uram' dan ibaret.
Kitaba başlarken beklemediğim şey olayların bu kadar yavaş ilerlemesiydi. Şuan 3. kitabı okuyorum ve hala olaylar yavaş ilerliyormuş hissini üstümden atamadım ama sanırım yazar olabildiğince yavaş ve Elena ile Raphael arasındaki ilişkiyi yapabildiği kadar netleştirip beyinlere kazıyarak ilerlemek istediği için böyle bir yol izlemiş. Olayların yavaş ilerlediğini söylediğimde bunu olumsuz gibi algılamış olabilirsiniz ama aslında kitap oldukça akıcı gitmeye devam etti ve bu beni bile şaşırttı çünkü bazen resmen birbirinin aynısı günler yaşanıyor buna rağmen ufak farklı detaylar ile akıcılık devam ediyor.
ÖNERİR MİYİM?
Eğer 18 yaşınızın üstündeyseniz, ve yetişkinlere yönelik fantastik bir evren okumak istiyorsanız, ki oldukça ilginç bir evren, bu soruya evet cevabını verebilirim. Yukarıda bahsetmediğim çok fazla detay var ve bunları okumaya karar verirseniz kendiniz keşfetmenizin en iyisi olacağını düşündüğüm için söylemedim. Ama bir vampiri, bir meleği ya da bir başmeleği neyin öldürebileceğinden tutun, vampirlerin nasıl yaratıldığına, Uram' ın neden kötü olduğuna ya da tek kötü mü olduğuna dair bir sürü keşfetmeye açık şey var. Ve kitaplarda ilerledikçe meleklerin arasında bile kötülerin olduğunu görüp, kimin iyi kimin kötü olduğunu kestirememeye başlıyorsunuz. Bence okuduğum en ilginç kurgulardan biri, bu yorumu yapmamdaki en büyük etken vampirlerle meleklerin kurguda harmanlanma biçimi tabii. Ben bu serinin okunmaya değer olduğunu düşünüyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder